OKUL ÖNCESİ EĞİTİMİN ÖNEMİ

OKUL ÖNCESİ EĞİTİMİN ÖNEMİ


 

 

ÇOCUKTA ÖZGÜVEN GELİŞİMİ

Çocuğunuzun özgüven gelişiminde anne babanın dikkat etmesi önerilen yaklaşımlar arasında şunlar sayılabilir:
• Küçük yaşlardan itibaren temel ihtiyaçlarını karşılamak ve güven duygusunu oluşturmak,
• 1-2 yaşlarından itibaren güvenli bir çerçeve hazırlayarak, çocuğun keşfetmesine izin vermek,
• Kendisini yaşta sevilen ve yetenekli biri olarak görmesine yardımcı olmak,
• Sevildiğini ve yetenekli olduğunu hissedebilmesi için gerçek başarılar yaşayabileceği durumlar, ortamlar hazırlamak,
• Hoşa giden, istenen davranışlarını fark ettiğinizi göstermek,
• Hata yaptığında ona yeniden deneme fırsatı tanımak ve başarılı olması için onun adına yapmak yerine, önünü açacak, işini kolaylaştıracak ipuçları vermek,
• Onu sürekli alkışlayan bir taraftar gibi davranmaktansa, motive eden, içindeki yetenekleri ve olumlu yanları fark etmesini sağlayan, iyi bir antrenör gibi davranmaya çalışmak,
• Belki de en önemlisi iyi bir örnek, bir model olmak,
• Olumsuz, yetersiz alanlarını görmesini ve geliştirmesini sağlarken, olumlu yanlarına odaklanmaya dikkat etmek,
• Evde, yuvada onun da tercih hakkı olduğunu bilmesini sağlamak vb.

ANNE, BEBEK VE BAĞLANMA

Bebeklik dönemi olarak tanımlanan 0-2 yaş arası, çocuğun; fiziksel, zihinsel ve duygusal yönden en hızlı geliştiği dönemdir. Bu nedenle bu dönemde çocuğun sadece fiziksel gereksinimlerinin giderilmesi yeterli değildir. Henüz becerilerinin yeterli derecede gelişmemiş olmasına bağlı olarak bebeğin, kendisine bakım veren kişiye bağımlı olduğu görülür, bu bağımlılık sürecinde bakım verenle kurduğu birebir ilişki ise, onun zihinsel ve duygusal gelişimi için son derece önemlidir.

Bebeğin, biyolojik yetersizliği dikkate alındığında, bakım verenine karşı bir bağlanmanın oluşması kaçınılmazdır. Bağlanma terimi ise, bebeklerle anne-babaları ya da bakım verenleri arasında kurulan, duygusal olarak olumlu ve yardım edici bir ilişkinin varlığını ifade eder. Yenidoğanın bu dönemde sosyal gereksinimini karşılamak için başvuracağı kişi kendisiyle ilgilenen kişiden ibarettir ki, bu kişi genellikle anne olmaktadır. Anne, çocuğun bağlanma gereksinimini tatmin ettiği bir "öteki" olarak da adlandırılabilir.

İlk yıllarda anne ile kurulan bu bağ, çocuğun kişiliğinin önemli bir kısmını oluşturmakta ve bu özellikler hayat boyu değişime karşı bir direnç göstermektedir.

CİNSİYETİMİ KEŞFEDİYORUM

Çocuk 3-4 yaşlarında beden ve kişilik bakımından hızla büyümektedir.Artık, sanki bir yetişkin gibi daha sevecen ve rahat; düşünmesinde daha parlak; hareketlerinde daha canlı ve etkindir.
Bu dönemde çocuğun motor gelişmesi hızla olgunlaşırken, cinsel organlara yönelik ilgide artmıştır.

Anne ya da baba yerine geçmeye özenmesi ve bu doğrultuda emeller beslemesi girişim duygusunun öncüleridir. Girişim her eylemin zorunlu bir parçasıdır. Özetle , çocukluğun 3-6 yaşlarında gelişen olumlu benlik ögesi girişim duygusudur. Bu dönemin tehlikesi aşırı suçluluk duygusunun gelişmesidir.

DUYGU DEPOSUNUN DOLDURULMASI

Her çocuğun, çocukluk ve ergenlik yıllarında geçireceği zorluklarla başa çıkmasını ve o zorluklara karşı hazırlıklı olmasını sağlayacak duygusal bir güce gereksinim duyduğu bir duygu deposu vardır. Nasıl ki bir otomobil benzin deposu dolmadan uzun bir yol kat edemezse, çocuklar da güçlü bir duygu depoları olmadan, büyüdükçe hayatın karşılarına çıkaracağı problemlerin üstesinden yeterli özgüven ve rahatlıkla gelemezler. Bizlerin de çocuklarımızın duygu depolarını olması gerektiği gibi, tam kapasiteyle kullanabilecekleri biçimde doldurmamız gerekir.

Peki, bu depoyu nasıl doldurmamız gerekir? Tabii ki sevgiyle. Ama çocuklarımızın doğru yetişip davranmalarını sağlayacak özel bir tür sevgiyle.

Çocuklarımızı eğitmemiz ve/veya disipline sokmamız tabii ki gerekir ama önce onların o minik yürek ve beyinlerindeki duygu depolarını doldurmalıyız. Bu depoları sadece tek bir şey doldurabilir, o da -evet bildiniz- KOŞULSUZ SEVGİ'dir. Sadece koşulsuz sevgi; kırgınlık, sevilmeme, suçluluk, korku ve güvensizlik gibi hislerin yol açtığı problemleri önleyebilir. Çocuklarımıza koşulsuz sevgimizi gösterebildiğimiz sürece onları anlayabilir ve iyi ya da kötü davranışlarıyla başa çıkabiliriz.

"Molly maddi durumu vasat bir evde büyümüştü. Babasının işi eve yakındı, annesiyse birkaç küçük yarım zamanlı işi saymazsak, ev kadınıydı. İkisi de evleri ve aileleriyle gurur duyan çalışkan insanlardı. Molly'nin babası akşam yemeğini hazırlardı, sonra da Molly ile birlikte bulaşıkları yıkayıp kurulardı. Cumartesi günü haftalık işlerin yapıldığı gündü. Cumartesi akşamlarıysa birlikte sosisli sandviç ve hamburger yemenin keyfini çıkarır- lardı. Pazar sabahları ailece kiliseye gidilir ve akşam da akrabalarla görüşülürdü.

Molly ve erkek kardeşi küçükken ana babaları onlara neredeyse her gece kitap okurdu. Okula başladıklarında da derslerinde destek oldular. Kendileri bu fırsata asla sahip olamadıkları halde, çocuklarının yüksek öğrenim görmesini istiyorlardı.

Ortaokulda Molly'nin arkadaşlarından biri de Stephanie idi. İkisi çoğu dersi bir- likte alıyor ve genellikle de yemeklerini paylaşıyorlardı. Ancak kızlar birbirlerini evlerinde asla ziyaret etmezlerdi. Etseydiler, iki ev arasındaki muazzam farkı göreceklerdi. Stephanie'- nin babası hali vakti yerinde, ailesini iyi geçindiren başarılı bir satış temsilcisiydi. Çoğu zaman da evinden uzaktaydı. Stephanie'nin annesi hemşirelik yapıyordu. Erkek kardeşiyse özel bir yatılı okula devam etmekteydi. Stephanie de civardaki devlet okuluna gitmek için aile- sini ikna edene dek üç sene boyunca yatılı okula gönderilmişti. Babası devamlı şehir dışında olup annesi de çok çalıştığından sık sık dışarı yemeğe çıkarlardı.

Molly ve Stephanie dokuzuncu sınıfa kadar, yani Stephanie'nin, büyükannesi ve büyükbabasının oturduğu yerin yakınındaki bir koleje gitmesine kadar çok iyi arkadaştılar. İlk sene kızlar birbirlerine yazmaya devam ettiler. Ancak daha sonra Stephanie biriyle flört etmeye başladı ve mektuplar gitgide seyrekleşip en sonunda da kesildi. Molly başka arkadaşlıklar kurdu. Stephanie'nin ailesi taşındıktan sonra da Molly bir daha ondan hiç haber alamadı.

Eğer alsaydı, evlenip bir çocuk sahibi olduktan sonra Stephanie'nin uyuşturucu satıcılığından tutuklanıp yıllarını hapiste geçirdiğini ve bu arada kocasının da onu terk ettiği- ni duymak onu üzecekti. Molly ise şu anda evli ve iki çocuk sahibi mutlu bir kadın."
Peki, bu kısa örnekteki iki çocukluk arkadaşının sonu neden bu kadar farklıydı? Buna cevap verecek kimse olmasa da, nedenini kısmen Stephanie'nin terapistine söylediği şu cümlelerde bulabiliriz: "Annemle babamın beni sevdiğini asla hissedemedim. Uyuşturucuyla ilk kez, hiç olmazsa arkadaşlarımın beni sevmesini istediğim zamanlarda tanıştım". Bunu söylerken, amacı ana babasını suçlamak değil, sadece kendisini anlatmak. Annesiyle babasının onu sevmediğini söylemiyordu, sadece bu sevgiyi "hissedemediğin"den bahsediyordu. Birçok ana baba çocuklarını sever ve aynı zamanda da onların sevildiklerini hissetmelerini ister ama çok azı bu duyguyu yeterince iletmeyi başarır. Ana babalar yalnızca koşulsuz sevmeyi öğrendiklerin- de, çocuklarının da gerçekten sevildiklerini anlamalarına olanak tanıyacaklardır.

Kaynak: Çocuklar İçin Beş Sevgi Dili- Gary Chapman & Dr. R. Campbell

 

BAĞLANMA

"Her insan bir diğerinin aklında olma deneyimini yaşamayı hak eder. Bu insana özgü birliktelik duygusunun yokluğu bir çocuğun gelişiminde son derece kaygı vericidir. Bu insanca olmayan, anlık ve yalnız bir varoluştur." Jeree Pawl

Bağlanmanın ne anlama geldiğinin anlaşılması için bebek ve annesinin arasında geçen etkileşimler ve duygusal bağın bütünü gözden geçirilebilir. Yeni doğan bir bebek ve annesinin sabah uyanmalarından akşam yatmalarına kadar gün içinde ne kadar sık birliktelik yaşadıklarını düşünelim. Bağlanma işte her bir anlık ilişkinin bebeğin aklında aylar içinde birikimi ile olur. Örneğin bebeğin huzursuzlaşması, ağlaması, annenin onunla konuşmaya başlaması, onu okşaması, sonunda kollarına alması, tutuşunu değiştirmesi, emzirmesi, ardından tekrar yatırması, konuşarak altını değiştirmesi gün içinde defalarca tekrarlanacaktır. Bunun gibi pek çok etkileşim bebek birkaç aylık olana kadar binlerce kez gerçekleşecektir. Bebek bu sayede kendi varlığının, kendi varlığından başka bir kişinin ona her zaman yanıt vereceğini, onu huzurlu kılacağını, tüm gereksinimlerini ve kendisinin istediğinde bu kişi ile ilişkiye geçeceğini anlar. Bu ilişki olduğu zaman sağlıklı güvenli bağlanma dediğimiz bağlanma biçimi oluşur, bebekte benlik ve temel güven duygusu gelişir.

Erken bebeklik döneminde bakım veren kişiler ne kadar az olursa bebek o kadar iyi anlaşılacak, kendisini ve karşısındaki o kadar iyi anlayacaktır. Kimsesiz çocuklar için yuva bakımında olduğu gibi pek çok değişik kişi tarafından bakılmak hiçbir çocuk için uygun değildir. Bebek ilk bir iki ayında yoğun olarak annesi ile birlikte olursa bağlanmanın temeli atılmış olur.

Kaynakça
Öztürk Ertem, İlgi. (2005). Gelişimsel Pediatri. Ankara: Çocuk Hastalıkları Araştırma Vakfı.

 

 

"Bir baba çocuğuna güzel ahlâktan daha üstün bir miras bırakamaz"

[Tirmizî, Birr 33]

 



Yazdır

Paylaş Facebook  Paylaş twitter  Paylaş google  Paylaş linkedin



  Beğen | 4  kişi beğendi